Tag Archives: miyop çocuk okulda

Yazı Tahtasını Gözlerim Görmüyordu

Akranlarıma göre boyum biraz uzundu. Okula başladığım ilk günden itibaren arka sıralardaki yerimi aldım. Kendimi ilk anda altı üstü kapalı bir su varilinde gibi hissetmiştim. Sesleri duyuyor, ancak olan biteni göremiyordum. Ne yazı tahtasını ne de öğretmenin sınıftaki yaptıklarını net olarak görebiliyordum. Sıra arkadaşımın yazdıklarına bakarak koca dört yılı geride bıraktım. Sınıfta edindiğim tüm bilgiler, arkadaşımın defterinde yazılanlardan ibaretti. Okul, bana karanlık bir tünel gibi, ışığı görünmeyen bir hayat sunuyordu. Okulu sevmiyordum, zaten nasıl sevmem beklenebilirdi ki? Her şey bana yabancıydı. Sürekli tedirgindim. Arkadaşlarımla okul bahçesinde oynayamıyordum, hiçbir arkadaşımla dersler hakkında konuşamıyordum. Adeta görünmez bir duvar, insanlarla arama bir set çekmişti. Seslerle hareket ediyordum. Uzakta olan her şey bulanık bir siluet gibiydi. Neleri bildiğimi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu tam olarak kestiremiyordum. Eve gittiğimde annem ve babamın beni anlamaktan ne kadar da uzak olduklarını bir kez daha anlıyordum. Onların beni allak bulak eden içimdeki sessiz fırtınadan haberleri yoktu ve hiçbir zaman da olmadı. Yemeğimi önüme koyar, temel ihtiyaçlarımı karşılarlardı. Sınıfta benimle yazı tahtası ve öğretmenim arasındaki kilometrelerce uzaklığı bilmezlerdi. Okula uzanan karanlık ve çetin yolculuğu yalnız başıma nasıl aşacağımla da pek ilgilenmiyorlardı. Öğretmenim de benden habersizdi.
 4. Sınıfa başladığım yıl boyları benden uzun çocukların sınıfına geçtiğimde,  öğretmen beni ilk sıraya oturttu. Bu da ne, dedim kendi kendime; görüyordum. Tahtadaki yazıları okuyabiliyordum. Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Hayat ipimi yeniden elime almış gibiydim. Tüm dikkatimle yazılanları izledim. Her şeyi karanlık tünelden aydınlığa çıkmış gibi görüyordum. O yıl okulu sevdim, dört yıl boyunca oluşan bilgi eksiklerimi o yıl tamamlamaya çalıştım. Artık koşarak okula gidiyordum. Bu güzel okul ve sınıf manzarasından zevk alıyordum.
İlkokul bitmişti. Köyümüzde ortaokul bulunmadığı için yatılı ortaokula gitmem gerekiyordu. Şehirdeki yatılı ortaokula müracaat ettik. Sağlık raporu istediler. Günlerce hastane kapısında doktor sırası bekledim. Tüm doktorlara muayene oldum; ancak hastanede göz doktoru yoktu! Eksik raporla okula geldim. Okul idaresi, göz doktorundan da raporunu almadan raporumu kabul edemeyeceklerini söyledi. Bu kez vilayetteki hastaneye gittik babamla. Doktor içeri yalnız girmemi istedi. Beni bir dizi muayeneden geçirdikten sonra, yüzüme baktı ve: “Sen bu gözlerle okuyamazsın, gözündeki bozulma bir hayli ilerlemiş.” dedi. Kendimi dipsiz bir kuyuya hızla yuvarlanıyormuş gibi hissettim. Duvara tutunarak ayakta durmaya çalıştım. Düşüyordum, yok oluyordum sanki… Kendimi bir kâbusun karanlık dehlizlerinde çığlık çığlığa kıvranıyormuşum gibi hissettim. Ellerim ve ayaklarım bir anda buz kesti. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Doktor rahatsız olmuştu bu durumdan. Ayakta durmama yardım ederek beni dışarı çıkardı. Göz doktoruna sağlık raporumu imzalatamamıştım. Okul idaresine göz doktorunun izinde olduğunu, bu yüzden de raporu imzalatamadığımı söyledim. Bana inandılar, halime acımış olacaklar ki kaydımı aldılar.
Aradan birkaç ay geçmişti. Öğretmenlerle yatılı ortamında iç içeydik. Bir hafta sonu durumumdan şüphelenen Türkçe öğretmenim beni çarşıya çıkardı, gözlükçüye götürdü. Birçok dereceli gözlüğü denemeye başladığımda hayretimi gizleyemedim. Gözlükçü de şaşkındı bu duruma: Gözlüksüz bu güne kadar nasıl dayandın? Korkmaya başladım. Gözlükçü: “Bir gözün 10, diğeri ise 11 derece.” dedi. Anlayamamıştım. İfade ettiği değerler neyi anlatıyordu? İyi miydi durumum, kötü müydü? Bana bir gözlük verdi ve ekledi: “Sana kademeli olarak gözlük vereceğim. Birden bire 10 numaralı gözlüğü takarsan miden bulanır, başın dönebilir.” dedi. Bana ilk olarak 3 numaralı gözlüğü uzattı. Gözlüğü taktım. Yeni bir dünyaya gözlerimi açmış gibiydim. Çiçekleri, eşyaları, renkleri tüm detay ve canlılığıyla görebiliyordum. Artık her yeri gezmek, daha önce bulanık gördüğüm her şeyi tüm netliğiyle seyretmek istiyordum. Bahçeleri, kırları, sokakları, parkları… Yaşamın kalbinin attığı her yerde nefes almak istiyordum.
İlk gözlüğü taktıktan sonra okulun, okumanın, insanları tanımanın zevkine yeni yeni varmaya başladım. Lise son sınıfa gelinceye kadar aşama aşama derecelerini yükselterek 10-11 numaralı gözlükleri takmaya başladım. Gözlerim artık tüm netliğiyle görebiliyordu. Hayatımın tüm can damarları açılmış gibiydi.  Çünkü ruhumun dünyaya açılan pencereleriydi gözlerim ve yıllardır onlarsız hücre cezasına çarptırılmış bir esir gibiydim. Okumalarım oburluk derecesine varmıştı ve kendimi her alanda göstermeye başlamıştım.
Hayatın o acılı, o çetin günleri eklemlerimde birikmiş bir kireç kitlesi gibi aklıma geldiği her an canımı acıtmıştır.
Yıllar yıllar sonra sarp yokuşlardan tırmanarak üniversiteyi bitirdim. Öğretmen oldum. Sonra ilçe milli eğitim müdürlüğü ve il milli eğitim müdürlüğü yaptım. Üniversitede seminerler, konferanslar verdim. Televizyon, radyo programlarına katıldım. Ama telafi edemediğim bir nokta içimde yıllarca dert olarak kaldı. Yabancı dili tahtayı göremediğim zamanlardaki boşluktan öğrenememiştim. Üniversiteye geçtiğim yıllarda dil engelinden dolayı akademik ilerleyişimi istediğim ölçüde yürütemedim. Yoksa çok yüksek yerlerin beni beklediğini biliyordum. Kayıplarımın hepsini telafi edemedim.
Nerede numaralı gözlükleriyle birini görsem: “Acaba ailesi evlatlarının bu problemini fark etmekte gecikmiş mi?” diye hep merak etmişimdir. Neler kaybettiğini yıllar sonra anlayacaklar çünkü. Bazı şeylerin sonradan da telafisi maalesef olmuyor.
Beğendim(0)Beğenmedim(0)